Başıboş gezinen köpekler gibi, boş bir döngüde dönüp duruyoruz. Dönüşlerimiz aynı, adımlarımız tekrarlanan bir ritüele dönüşmüş, hep bir şeylerin peşindeymişiz gibi, ama ne olduğunu bilmeden sürükleniyoruz. Kendi izlerimizi tekrar ve tekrar takip ediyoruz, sanki çıkışsız bir labirentin içinde, aynı noktaya dönüp duruyoruz. Her an bir kırıntı, bir ipucu bulmayı umuyoruz; bizi doyuracak, açlığımızı dindirecek bir anlam arıyoruz. Ama bulduğumuz her şey, parmaklarımızın arasından kayan, bizi asla tatmin etmeyen boş parçalar. Çünkü biz artık hayal kurmayı bıraktık.
Hayalsiz bir dünya, bir ruhun ne kadar yaşamasına izin verebilir? Kendimizi sadece var olmanın gri tonlarında kaybediyoruz, bir amaca tutunamadan, bir umut kırıntısını bile içselleştiremeden. Belki de en çok korktuğumuz şey, kaybolduğumuzu kabul etmek. Ama her adım, bizi bu gerçekle biraz daha yüzleştiriyor. Artık hiçbir yere gitmeyen bir yolun yolcusuyuz. Bizi tatmin etmeyen, boş umutlara tutunmaya devam ediyoruz. Bir süre sonra kırıntıların bile farkına varamıyoruz, çünkü aramak bile anlamsızlaşıyor.
Ama derinlerde bir yerde, belki de hala minik bir kıvılcım var. Belki bir gün, uzun zamandır unuttuğumuz o his geri gelir. Belki bir sabah uyanır ve yeniden hayal kurmaya başlarız. Çünkü ne kadar kaybolmuş olsak da, içimizde bir yerlerde o umut hala var olabilir. Bir kıvılcım, bir işaret, bizi bu girdaptan çıkarabilecek küçük bir şey bekliyor olabilir.
Belki de başıboş dolaşırken, hayatın gerçekten ne olduğunu anlamaya yaklaşacağız. Kayıp ruhlar olarak bu yolda yürürken, bizi tatmin edebilecek bir anlamın peşinden gitmeye cesaret edebiliriz. Hayallerimiz bir gün geri dönerse, belki de yollarımız değişir. O gün geldiğinde, tekrar bir amaca tutunmanın, yeniden hayal kurmanın ne demek olduğunu hatırlayacağız. Ve işte o zaman, artık sadece yaşamakla yetinmeyip, gerçekten yaşamaya başlayabiliriz.